Öztürkçe Konuşun Démiyoruz ki!

Türkçesi Varken Akımında, altın kayığımız ile ilerliyoruz. Akıntıda oluşan dalgalar kayığımızı sallamasa, daha da iyi olurdu ancak esen yél, yüzümüzü okşayıp géçince tüm kaygımızı da sıyırıp alıyor. Kötü olan ise, kayıktan düşenleriñ olması!

Türkçesi Varken diyerek kasıldığımızı, yapay olduğumuz düşünüp, suya atlayanlarımız da yok déğil. Yok, yok! Kayığımıza soñradan girenlerden söz édiyoruz. Akıntıda çırpınıyorlardı, ellerinden tutup kayığa çekmiştik. Kimisi dédi ki; Benimle dalga géçiyorlar, kimisi de dédi ki; Ne zamandır bu kayıktayım da, yok yani, hiç olmuyor artık. Çok bayıyor. Kasmaya gerek yok. 'Search etmek' demek olmaz ama gidip hiç kullanmadığım halde öztürkçe kelimeler kasacak halim yok. Allah aşkına, sizler evde kaç kez 'betik' kelimesini duydunuz? Ööh! Bu edinilmiş Türkçe değil. Zorlama.

Kayıktan atlayan güzel kardeşim!

Oturağıñ yérinde duruyor. Onu seniñ için temizliyoruz. Dalgalarla gelen su, seniñ yérinde birikse de, aramıza yéñiden döneceğin için kurulamaktan géri kalmıyoruz. Dinle! Bak yıllar önce Falih Rıfkı Atay neler démiş;

Özleştirmeciler her zaman, her yerde uygularlar mı bunu? Nerede! Kadar derler değin yazarlar. Bir defa derler bir kez yazarlar. Tabiî der doğal yazarlar. Konuşurken, üniverisiteler muhtar olmalıdır derler de iş yazmaya gelince muhtarı da muhtariyeti de kapı dışarı edip özerk derler. Öyle ise bu kişilerde samimiyet diye birşey aramak koca bir yalandır.

Oysa bugün böyle mi? Doğal sözcüğünü yadırgayan gördün mü? Özerk sözcüğünüñ dillerde sakız olduğunu söylesem, şaşırmazsıñ bile. Bu sözleri yazan kişi, bugün seniñle dalga géçenlerle aynı ruh halini yaşadı. Alıştığını bir kıyıya atmak istemedi. Sigara bağımlısı olan biriniñ elinden sigarasını alırsan, o sana kötü sözler dér. Sen onlarıñ yad sözcüğünü alınca, sana bu yüzden kötü davrandılar.

Göñlü kırılan arkadaşlar!

Sizlere Öztürkçe konuşun démedik ki! Özleşme yazıda başlar. Yazılarınızı özleştiriñ, diliniziñ özleşmesini zamana bırakıñ. Bir süre soñra göreceksiniz ki, ayrımında bile olmadan o sözcüğü kullanıyorsuñuz. Eñ önemlisiyse konuştuğuñuz kişiniñ bu sözcüğü yadırgamayacak oluşudur. Yol, yordam budur. Böyle yapmadığıñız için vücuda giren virüse benzediñiz. Vücuduñ savunma düzeneğiniñ sizi sindirmemesi sıradışı olurdu. Sizi sindirenleriñ sözleri A. Fenik, F. Baysal, E. Bayrakdaroğlu gibi kişilerinkine mi benziyordu?

Türkçemizin güzel âhengini, ceviz çuvalı boşaltırken çıkan takur tukur seslere boğmakta, meselâ o cânım rüyâyı çüşten farkı olmayan düş, hâtıraanı kılığına sokmakta midesi bulanmış insan ağzından çıkar gibi bir sesle söylenen ödül kelimesi de dâhil bir dil çorbası oluşturmaktadırlar. Oysa bizim alışkın olduğumuz kelimeler velevki yabancı bir dilden aktarılmış bile olsalar bu garçlı gırçlı lâflara hem zevk hem âhenk bakımından yüz defa müreccahtır.

Sindiricileriñ sözüne gücenen kayıktaş!

Eski Türkçeden gelen düş sözcüğüne yapılan aşağılamaya gücenmediñ de, anadiliniñ sözcüğüne mi küstüñ? Yörelerimizde anamızıñ, babamızıñ kullandığı ödül sözcüğünü yazı diline aktaranlara sövenleriñ yanında mı durursuñ?

***

Güneş kollarımızı yaksa da, inceden esen yélle birleşince tatlı bir sıcaklık uyandırıyor derimizde. Kayık da küçük gelmeye başladı. İlk karada değiştirmek, gemi almak gerek oldu artık. Altın bir kayık karşılığında büyük bir gemi alacağımıza kuşkum yok. Eñ azından gümüş bir gemi ile değiştokuş édebiliriz.


dipçe:
Özleştirmeye dil uzatanlarıñ sözlerini şuradan aldım:
Tahsin Yücel, Dil Devrimi ve Sonuçları, Bétler: 36,48,64,70,149

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ben Öztürkçe konuşalım diyorum. Benim yaşı küçük bir oğlum var, yad sözcükleri soruyor, neden böyle deniyor diyor, yanıt veremiyorum. Ama Öztürkçe sözcüğü açıkladığımda çarçabuk kavrıyor. Yad sözcükleri atarsanız Kabile dili olur diyorlar Türkçe için, olmaz; daha açık yalın düşünürüz, uygarlığımızı daha da ilerletiriz....